Cemil Meriç – İsimler ve Eserler

Cemil Meriç’in eserleri bir isimler galerisidir. Dünyanın etkili, önemli düşünürleri, sanatçıları onun eserlerinde resmigeçit yapar. İsimler ve eserlerle donatır yazılarını Meriç. Bu bir yönüyle onun engin dünyasını resmeder. Düşünce atlasının genişliğini belgeler. Ancak gökyüzündeki yıldızlar gibi onun yazılarına serpiştirilmiş bir halde bulunan yüzlerce isim ve eser, bir yönüyle de onun zihnini, düşüncelerini sınırlandırır hatta daraltır, dağıtır.

Çünkü o çoğunlukla bu isimlerle didişir, onları iğneler, eleştirir yahut yüceltir, yere göğe sığdıramaz. İsimler kimi zaman düşünce evrenini zenginleştirip bu evrene olumlu katkılar yaparken kimi zaman da birer zindan haline gelebilir. Meriç’te her iki durum da vardır: O, bu yüzlerce isimden bir şeyler aldığı gibi onlarla kendi zihnini de doldurur, dondurur. Çünkü isimler ve eserler üzerinden sahih bir düsünce iklimini var etmek pek de mümkün gözükmemektedir. Bu iklim olsa olsa parçalı, dalgalı, sürekli degisen bir iklim olacaktır.

Belki de Meriç’in herhangi bir düşünce eksenine yerleşemeyişi böyle açıklanabilir. Yapıtını isimler ve eserle dolduran Meriç, çoğu yerde sosyologlara da yer verir. Pek çok sosyolog onun düşünce iklimine renk katar. İbni Haldun, Marx, Ali Seriati, Saint Simon, Comte, Le Play, Weber, Durkheim, Sombart, Vico, Pareto, Toucqueville, Raymond Aron, Spencer, Montesquieu…

Onlarca sosyolog onun değerlendirmelerine konu olur. Burada da bildik Cemil Meriç üslubu devrededir: Yalın, etkili, vurucu, hüküm verici (yahut tüketici/bitirici), uzlaşmasız, acımasız, doğrucu dolayısıyla yanıltıcı da olabilecek bir üslup. Özdenören’in (1986: 13İ) tespitiyle “cakalı iddiaların, toptancı yargıların” hakim olduğu bu üslubun kendisi de soğukkanlı bir şekilde okunmayı zorunlu kılmaktadır.

Aksi takdirde, onlarca isme verilen hüküm doğru ve genel bir yargı olarak kabul edilecektir. Oysa söylenenler, tespitler, yargılar, bu keskin üslubun kendi penceresinden meseleyi nasıl gördüğünün bir açıklamasıdır. Genel bir kanı olması mümkün değildir. Fakat bu durum, Meriç’in değerlendirmelerinin yabana atılmasını, değersiz görülmesini doğurmamalı. Aksine onun kışkırtıcı, coşturucu tespitlerinde kimi gerçekleri, doğruları bulmak da mümkündür. İbni Haldun’a özel ilgisi vardır Meriç’in.

O, doğunun parlak bir yıldızıdır. Işıktır, orijinaldir, ışığın kaynağıdır. İbni Haldun’u gerçek ilk sosyolog ve ilm-i umranı da sosyoloji olarak kabul eder. Çünkü pek çok sosyolojik meseleye ilk o dikkat çekmiştir. Dikkatli okunmak kaydıyla Meriç’in İbni Haldun’a dikkat çekmesi bugünün sosyolojisi için de bir hatırlatmadır. Aynı şekilde Ali Seriati’yi bir kitabı dolayısıyla Türk okuruna sunması da ayrıca vurgulanmalıdır.

Meriç’in özel ilgisine mazhar olan bir başka sosyolog da Saint Simon’dur (Meriç, 2İİİ). ‘İlk sosyolog, ilk sosyalist’ vasfıyla tanımlanan Simon, Meriç’in bağımsız bir kitapla Türk okuruna sunduğu Batılı bir figürdür. Marx ve Weber, ‘iki düşman kardeştir’ (Meriç, 1995: 185), çünkü aynı toplumsal ve siyasal muhitin insanıdırlar ve Dogu’ya bakışlarında müthiş bir benzerlik söz konusudur. Marx da diğer Batılı figürler gibi modern

Batı toplumumun bir ürünüdür. Marksizm, tıpkı kapitalizm gibi ekonomi çağının ürünüdür; ikisi de insandışı ve maddecidir. Marx ile Durkheim arasında da büyük bir fark yoktur ona göre. Durkheim, modern toplumun hastalıklarına parmak basmaktadır. Sosyolojiye, insanlığın ızdırabını dindirme görevini yükler (Meriç, 2İİ4: 124). Onunla ilgisi ayrıca ‘anomi’ kavramı dolayısıyladır. Anomi kavramını anarşizm meselesi bağlamında tartıştığı uzun pasajlarında Meriç, Durkheim’ı değerlendirir (Meriç, 1981: 63-65).

Onun anomiye, sosyal dayanışmaya, işbölümüne ve hatta ‘İntihar’ adlı eserine atıflar yapar. Kısa, etkili, tanıtıcı bir Durkheim okuması gerçekleştirir. Türk sosyolojisinin önemli figürleri de Meriç’in satırlarında yer alır. Gökalp, M. İzzet, Hilmi Ziya Ülken, Serif Mardin, Erol Güngör ve elbette çok sayıda düşünür, edebiyatçı, bilim adamı değişik açılardan değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmelerde de bildik Cemil Meriç üslubu ve bakış açısı devrededir. Bütünüyle bakıldığında Meriç’in eserlerine kazınmış isimler, gökteki yıldızlara benzer. Bu yıldızlar onun eserini süsler durur.

Yorum yapın