Din ve Sosyal Değişme

Bütün dinler, kendi anlayışına uygun bazı davranış kalıpları, kaideler ve prensipler ortaya koyarlar.

Bir dini kabullenen insan, doğal olarak her yerde inandığı dinin kurallarına göre hayatını tanzim etmeye başlar. Bu süreç içerisinde, dinin verdiği güç ve motivasyonla bir takım sosyal davranışlar gösterir.

Şu halde sosyal yapıda etkili bir aktör olarak dinin, toplumsal değişmelerden bağımsız olması beklenemez. Çünkü toplumsal yapıda oluşan her çeşit değişimden sosyal bir kurum olması nedeniyle din de üzerine düşen payı alır. Zira toplumsal yapı, kendisini oluşturan unsurların karşılıklı olarak birbirini etkiledikleri bir bütün şeklinde değerlendirilmektedir.

Öyleyse bu mekanizma içerisinde gerçekleşen değişmelerden bazı ünitelerin etkilenmediğini düşünmek, sağlıklı bir anlayış tarzı değildir. Zaten böyle bir yaklaşım, toplumsal realite ve gerçeklerle örtüşmez. O halde dinî alanda meydana gelen değişmeler, mevcut sosyal yapı üzerinde  etkili olduğu gibi, sosyal yapıdaki değişmeler de ister istemez dinde birtakım yapısal değişimlere neden olurlar.

Günay, din ile sosyal değişme arasında iki yönlü bir ilişkiden söz edilmesi gerektiğini söyler. Çünkü din, bir yönüyle sosyal değişmeye engel bir konumda yer alırken öbür yandan sosyal değişmenin temel faktörü ve motor gücü olarak tezahür etmektedir. Gerçekten hemen her din, başlangıçta din kurucusuna aşırı derecede bir bağlılığı ve itaati esas alır. Bu nedenle, zamanla dinde meydana gelen değişmeler, dinden uzaklaşma olarak algılanmasından ötürü, toplumda yeniden “dine dönüş” veya “ihya” adı altında bazı hareketler baş gösterir.

Dinler, genelde muhafazakâr bir yapıya sahip olmaları sebebiyle sosyal değişmelere kapalı gibi değerlendirilmektedir. Halbuki dinin bu olumsuz tavırları yanında özellikle sosyal bütünleşme ve kaynaşmanın husule gelmesinde çok etkili olduğu, genelde herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Mesela Durkheim, toplumsal anominin temelinde, dinin fonksiyonelliğini kaybetmesine paralel olarak dayanışma ve tesanüt bağlarının çözülmesinin yattığını söyler. Weber’e göre dinî ve ahlakî değerler, sosyal ve ekonomik değişme olgusu içerisinde yer alabilirler. Hatta meydana gelen bu değişikliklerin hakim faktörü rolünü de oynayabilirler. Fakat buna rağmen sadece bu etmen, sosyal değişmenin tek nedeni olarak değerlendirilemez.

Yine Weber, dinin sosyal değişmede oynadığı etkin rolü anlamak için dinî önderlerin bir tipolojisini çıkarır. Ona göre peygamber, karizmatik liderliğin bir tezahürü olarak ele alınmalıdır. Çünkü peygamber toplumda yerleşmiş ve kök salmış mekanizmayı değiştirmeye çalışır ve adeta bu geleneksel yapıya meydan okur. Çünkü yeni bir din, yeni fikirler oluşturur. Yeni fikirler de yeni teşkilatların kurulmasını sağlarlar. Özellikle ekonomik kalkınmada zihniyetin çok önemli bir yeri vardır. Helal yoldan kazanç elde etmenin ibadet kabul edildiği toplumlarda ekonomi büyük gelişme gösterir. Örneğin Japonya, bankalarda çalışan personele manevi eğitim vererek verimi artırmada başarılı sonuçlar elde etmiştir.

Diğer yandan sosyal değişmede çoğu zaman itici rol alan din, bazen de engelleyici bir tavır sergilemiştir. Nitekim Budizm’in hâkim olduğu toplumlarda, bunun tipik örneğini görmek mümkündür. Bu toplumda vebaya karşı koymak için, uzmanların hastalık nedeni hayvanların öldürülmesi gerektiği fikrine, “hiçbir canlı öldürülemez” inancıyla karşı çıkılmıştır. Yine Erzurum’un bazı köylerinde, merinos cinsi hayvanların domuza benzetilmesi, bu sektörü olumsuz yönde etkilemiştir.

Yorum yapın