Din ve Toplum

Dinle toplumun karşılıklı münasebetlerini incelemeye başlamadan önce bazı ön sorular üzerinde kısaca durmamız gerekir. a) Din bireysel mi yoksa toplumsal mıdır? b) Dinin tabii gruba karşı tutumu nedir (olumlu, olumsuz veya ilgisiz midir ?); başka bir deyişle toplumla dinin temas noktaları nerededir?

Dini tanımlamak amacımız dışındadır. Bununla beraber en iyi tanım, kısa ve sade olmak niteliğini taşır: Rudolf Otto, Din Kutsalın Tecrübesidir (La religion est lexperi ence du sacre) diyor. Dinin bu anlayışı, din üzerindeki araştırmaların objektif mahiyetini açıktan açığa ortaya koyar.

Bu işe antropologlar arasında öteden beri moda olduğu üzere psikolojik teorilerde söz konusu olan dinin sırf subjektif anlayışına zıt bir görüştür. Asıl bu objektif anlayıştır ki din etüdüne olanca zenginliğini verir. 18. ve 19. Yüzyıllarda sübjektivizm akımına kapılan ve çoğu protestan olan  teolog  ve  filozoflar  dinin bu zengin anlamını reddetmişlerdir. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçince takınılan tutumda bir değişiklik olmuştur.

Robert Ranulph, Marett, Nathansoederblom, Willıelm Schınitt ve Rudolf  Otto  gibi  din  uzmanlarının  eserleri objektivizm hakkında çağdaş felsefi temayüllerle, her  vakit  şuurlu  olmasa bile, gerçekten uzlaşma halindedir. France Breıitano, Alexis Meinong, Edmund Husserl gibi yazarların temsil etmekte  oldukları  Alman  ve  Avusturya Fenomenolojik  okulunun  Psikoloji  aleyhtarı  tutumu, Romano  Guardini, Max Scheler, Jacques Maritain ve başkalarının ortaya attıkları Din felsefesince paylaşılmıştır. Ottonun dini tecrübeyi, büyük bir incelikle, KORKUTUCU VE BÜYÜLEYİCİ SIR (Mysterium tremendum et fascinosum) şeklinde nitelendirmesi, onu vasıflama, çözümleme  ve  anlamını  bilimsel  olarak  kavrama  yolunda  yapılacak  her  türlü  teşebbüse  meydan  okumaktadır.

Her gün yeni ve daha  iyi gerçekleşme  amacı güttüğünden  dinin yaratıcı  enerjisi sonsuzdur. Dini tecrübe ilk bakışta açıkça ve dolaşıksız olarak ifade edilemez. Fakat bu tecrübenin  anlatımları  sayesinde  karakterini  tam  olarak çizmek ve anlamak mümkündür. Dini  sübjektif  yönden  incelemeye  çalışanların hepsi de şu FASİT DAİRYE düşmüşlerdir: İç tecrübenin anlaşılması, objektif anlatımın yorumu ile mümkündür; Fakat bizzat hu yorumun anlaşılabilmesi de her şeyden önce dini tecrübenin iç anlamını  kavramaya  bağlıdır.

Temel dini tecrübe (Lexperience religieuE-e fondamentale) çeşitli şekillerde anlatılır ve objektifleşir. Dini  tecrübenin  çeşitli  anlatımlarının  tanım ve açıklanmasına ihtiyaç vardır. Filozoflar uzun zamandan heri hu gereği anlamışlardı. Fenomenolojide Hegel, ohjektifleşmenin birbiri ardından gelen aşamalarım çözümleıniştir. Hegel, İnsanın düşünülebilen  bütün  faaliyetlerini hu aşamalar içerisine sokmuştur. Yazar büyük bir titizlikle objektiftin  (Esprit  Ohjectif)  le  mutlak  tin  (Esprit  Ahsolu)  arasındaki  ayırımı göz önünde  tutmuş  olup  mutlak  tin  seviyesinde bir dini  tecrübe ve anlatımları arasındaki  uyarlığın  objektif  tin ile anlatımları arasındaki duyarlığın tam   olduğuna işaret etmiştir.

Hegele  göre  din  mutlak   tinin  yönlerinden   biridir. Ve  yine Hegel bakımından, çağdaş adaptasyon ve yorumları izleyerek, teknik haşarı, ekonomik sistem, sanat çalışmaları, hukuk ve düşünüş sistemleri gibi insanın kültürel ürünlerini objektif kültür sistemleri olarak ele almak mümkündür. Şüphesiz hu objektif kültür sistemleri aile, arkadaşlık ve akrabalık grupları, dernek ve devlet gibi toplumun her türlü organizasyonundan farklı, Teknik haşarı, ekonomik sistem, sanat çalışması, hukuk ve düşünüş sistemleri kültürün objektif sistemleri olarak sosyolojiyi ancak dolayısıyla ilgilendirebilir. Dini tecrübenin anlatımına gelince bunu birinci kategoriye bir hayli tereddütle sokabiliriz. Çünkü hu tecrübenin öz ve esası tam bir objektifleşmeye yer vermez.

Bu ise çoğu zaman dini tecrübenin yorumunu aydınlatacak yerde güçleştirir. Bir dini öğreti, bir tapınma veya bir dini tören, bir kanun veya endüstri ürününden daha az objektifleşmiştir. Belirli bir grubun ekonomik, artistik ve hukuki kurumlarıyla dini kurumları arasındaki, münasebetlerin etüdü kadar  toplumsal  grupla  dini  gelişmeler arasındaki  bağlılaşma (Correlation) üzerindeki incelemeler de bir takım güçlüklerle doludur. Hegelin ardından Dilthey hukuk, sanat, bilim ve din gibi objektif kültür sistemleriyle toplumun Jabile, Devlet, millet ümmet şeklinde görülen organizasyonları arasında bir münasebet olduğunu açıkça ispat etmişti. Böylece Dilthey, Hegel ve Lazar usun metafizik inşaları (Constructions metaphysiques) ile Steinthalın Halk Psikolojisi (Volker-Psychologie) ne  cephe  almış oluyordu. Anıına Dilthey hile çekinmeden dini, objektif kültür sistemlerinden biri gibi görmeye olurundan fazla meyletmişti. Dilthey’in manevibilimler felsefesi (Philosophie der Geisteswissenschaften) nin parlak bir beğence (tenkid) sini yapmış olan Baillie, tıpkı Dilthey gihi, diııi, sadece kültür anlatımlarının bir çeşidi saymakla yanılmıştır.

Din  Filozofu  D. M. Edward  ile  mutabık   olarak,  kutsalın,  iyi,   gerçek ve güzel gibi değerlere eklenen dördüncü bir değer olmadığı savunulabilir. Mecazi olarak denebilir ki Din Ağacın Bir Dalı Değil, Gövdesidir. Bundan dolayı, belirli bir Kültür  sisteminin  özümlenmesi  yalnızca  dini  davranışların anahtarı olan teoloji, efsane ve törenleri araştırmakla yapılmaz, aynı zamanda kültür yaşayışını tümü  ile  açığa  vuran  gerçek  havayı keşfetmek, genel davranışları dikkatlice incelemek gerekir.

Bu konuda dikkati çeken bir başka yön gelenek ve kendiliğindenlik (Tradition et spontaneite) problemidir. İlkel insanın toplumsal yaşayışa katılması, bağışlar alıp vermekle olurdu. İnsan, tevarüs ettiği her  türlü kanun, kural, gelenek, kurum ve kavramları hemen hemen aynen alıp uyguladığı gibi hunlara kendiliğinden yenilerini eklediği de olur. İlkel toplumların dinleri  üzerinde  son  zamanlarda  yapılan  araştırmalar,  tek  bir etnik ve coğrafi birlikte bile uygulama bakımından büyük farklar bulunduğunu gösteriyor. Bu türlü araştırmaların en başarılısı Ruth Benedictin Kuzey Amerikada koruyucu ruh kavramı adlı parlak bir monografisidir Bu kavramın çeşitli amerikan kültür çevrelerinde aldığı şeklileri gözden geçiren Benedict, geleneklerin pasif bir şekilde halk tarafından olduğu gibi uygulanmasından tutun da onda yaratıcı değişiklikler yapılmasına kadar giden çeşitlenmeleri açıkça göstermiştir. Böylece eserde, dinler tarihi boyunca ferdi  tecrübenin çok karmaşık bir yorumu ile geleneksel ifadesinin çeşitli şekillerini buluyoruz.  Bütün  bunlar  dinde  pasif  elemanların  yanında  dinamik  elemanların da yer aldığını gösterir.

Yorum yapın