Geronto Tarihi ve Geronto Sosyoloji Çalışmalarının İmkan ve Yararları Nelerdir

Ferro’nun yerinde ifade ettiği gibi “Tarihçiler istedikleri kadar kitap yazsınlar, konferansçılar istedikleri kadar konferans versinler ve öğretmenler istedikleri kadar ders versinler; asıl geçerli olan şey insanların kendi deneyimleri ve yaşamış olduklarıdır” (2003:3). Bu eleştiri sosyologlar içinde geçerlidir.

Kültürün taşıyıcısı maddi belgeler ile sözdür; ancak çoğu zaman insanların kendi aralarındaki konuşmaları yani söz, maddi belgeden daha önce gelir. Bundan dolayıdır ki sözlü tanıklıklar bugün arşiv belgeleri kadar önemli kabul edilmektedir (Arslan, 2012:15).

Gerontolojinin ve gerontologların son yıllarda üzerinde durdukları en temel konuların başında sözü hafızlarında taşıyan yaşlıların “potansiyelleri” gelmektedir (Tufan:2003). “Bütün bilim adamları yıllardan beri yaşlılığın verimsiz, pasif, bilgilerin ve becerilerin kaybolduğu bir yaşam dönemi olmadığını söylüyorlar”(Tufan,  2003:171).

Gerçekten de yaşlılıkta bilgilerin kaybolduğu iddiası mutlak mıdır ya da bu iddianın sınırları olabilir mi? Eröz’e atıf yapan Şeker (2005) yaşlı Kazak ve Kırgız baksı’larının asırlar ötesinden gelen destanları mükemmel biçimde hafızalarında sakladıklarını belirtiyor.

Ksenefontov (2011) Yakutistan’da yaptığı saha araştırmalarını 60 yaş üzeri kişilerle yapmış ve şaşırtıcı biçimde onların çocukluk çağında öğrendikleri duaları ve çok sayıda ruhun karmaşık ilişkisini diri şekilde dinlemeyi başarmıştır. Mardin, Diyarbakır, Hakkari çevresinde Antropologlar çok sayıda yok olmaya yüz tutmuş somut olmayan kültür unsurunu 80 yaş üstü insanlarla yaptıkları görüşmelerle kayıt altına almışlardır.

Tunceli ve çevresinde 2010-12 yılları arasında yaptığımız saha çalışmalarında 90 yaşın üstündeki yaşlıların yöreleriyle ilgili geçmiş bilinci ve birikimine yoğun şekilde sahip olduklarını, yarım asır önceki toplumsal yapıyı ve tarihi olayları diri şekilde hatırladıklarını bizzat müşahede ettik.

Yaşlıların deneyimleri ile özellikle teorik, pratik (gündelik yaşamda bilgeliğin kullanılması) ve üretici (varolan bilginin başkalarının yararı için kullanılması) yaşam bilgisi açısından değerlendirildiğinde yaşlılık dönemi, bir hazine niteliği taşımaktadır (Yıldırım ve Abukan, 2015:2). Demek oluyor ki, yaşlıların çoğu toplum, toplumsal  yapı, gelenek, inançlar ve tarihle ilgili yeni bilgiler üretebilecek bir rezerv taşıyorlar. Bu rezervi bilimsel araştırmalarda temel kaynaklardan biri olarak kullanıp kullanmayacağımızı belirleyen temel noktaysa bakış açımızdan başka bir şey değilmiş gibi görünüyor.

Tarih ve sosyoloji öğretimi açısından yaşlıları toplumsal bir bilgi kaynağı gibi görmeye değer bulup bulmama meselesi yeterli sayıda ne tarihçinin ne de sosyologun gündeminde bile değildir. Hatta bu sayı sosyologlarda çok daha aşağıdadır. Toplumsalın bilgisinin, insanların, özellikle yaşlı olanların, beyninde birikmiş olabileceği bir çok sosyologun aklına bile gelmemiştir. Yaşlıların tarihe ait dile getirilmemiş “kaçak bilginin” taşıyıcısı olabileceği, eski kuşakların fazlasıyla bundan yararlandığı hatırdan çıkarılmıştır. Üniversitelerin sosyoloji ve tarih bölümlerinde yaşlıların yaşayıp gördüklerinin ya da “onların yaşadıkları zaman ve yerlerin de anlatılmaya değer bir toplumsal tarihi olduğunu göstermeyi amaçlayan” eğitsel çalışmalar, birkaç yüksek lisans, doktora tezinin dışında neredeyse söze konu edilmemiştir. Sosyolojide bu hemen hemen hiç konu edilmemiştir. Danacıoğlu’na (2008:30) göre bunun nedeni sosyal bilimcilerin insanla, hayatla bağının kopmasıdır:“[T]arih bir bilim dalı olma kaygısıyla kimyanın, fiziğin, biyolojinin laboratuar malzemesiyle, astronominin teleskoplarla kurduğu ilişkinin benzerini belge ve arşiv ile kurarak rüştünü ispat etmeye çalışırken, arşivin, tarihçinin yegâne hammaddesini oluşturduğu düşüncesi de tarihçinin hayatla  ve hayatın içindeki izlerle bağlarını kopardı”.

Tufan’ın (2003:14) dikkatimizi çektiği gibi, “etrafımızdaki yaşlı insanların her biri aslında birer delil. Onlara bakmak yerine görmeyi becerebilmek” gerekiyor. Başka bir deyişle “Yaşlılar yalnızca yemek ve su verilecek, ölene kadar idare edilecek ve bakılacak vücutlar” değildir (Thampson, 1999:145). Toplumsal olayları tam olarak anlayabilmek için bilimsel araştırmalarda belgenin yanında onların bilgilerini de hesaba koymak gerekir. Mesela Pomak yemek kültürüyle ilgili kıt olan yazılı kaynaklar pekte  iç  açıcı  değilken   Pomak   yaşlılarla   yapılan   sohbetlerde  bütün   yemek   detaylarını öğrenmek mümkün hale gelmektedir. Bu yaşlı kimselerin hafızalarındaki bilgileri duyulan ihtiyacı açıktan ortaya koymaktadır.

Michelet (Thompson: 1999) araştırmalarında “yaşayan belgeler” olan “yaşlılardan” pek çok şey öğrendiğini, çoğu iyi malzeme olan bu bilgilerin üstelik kayıtlarda dahi olmadığını belirtme gereğini duymuştur. Caunce (2008), en iyi tarihsel malzemeyi yaşlıların sağlayabileceğini dile getirir. Araz (1995) Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği” adlı çalışmasını Harput yaşlılara olmadan başaramayacağının altını çizerken, Kutlu’da (1987) “Şavaklı Türkmenlerde Göçer Hayvancılık” adlı doktora tezinin ortaya çıkışında temel katkının köylerde, yaylalarda, oba ve çadırlarda kendisine içtenlikle bildiklerini anlatan Çemişgezek ve Pertek yaşlılarına sonsuz teşekkürlerini sunmaktadır. Dolayısıyla, Tufan’ın da (2003:12) ifade ettiği gibi, “[g]ençlere yön gösteren, yaşamın anlamını ve önemini idrak etmiş bir yaşlının sözlerinin yeri, kurumsal eğitimle doldurulamayacaktır. Sadece buda değil vatanperverlik gibi birleştirici duyguları genç kuşaklara öğretmek içinde yaşlılara ihtiyaç duyulur. “Kentlerde doğup büyüyen çocuklarımıza domatesin mağazalarda yetişmediğini, bu ülkenin geçmişte yaşadığı zorlukları ve halkımızın  tükenmeyen  azmiyle nasıl yeniden ayağa kalktığını [ve vatan için] ölümün bile anlamlı olabileceğini gençlere yaşlılardan başka kim daha iyi anlatabilir (Tufan, 2003:17). Nitekim Akçalı’nın (2007) yaptığı araştırma çocukların, tarihi, aile  büyüklerinden dinlediklerinde “daha gerçek bir boyut kazandığını”, “günlük hayat içindeki olaylar arasında ilişki kurabildiklerini”, “masaldan somut bir hale büründüğü” tespit etmiştir.

İnternet, twitter, instagram, facebook ile büyüyen bugünkü öğrencilerin soyut tarih, ne anlama geldiği anlaşılamayan sosyoloji tanım, kavram, kuram ve bilgisinden daha da çok ihtiyacı olan şey insani deneyim ya da hayat tecrübesi olabilir. Caunce’nin (1999) ifade ettiği gibi, öğrencilerin, yaşlılarla kurdukları temaslar sonucunda çok az yerde karşılarına çıkabilecek “bir derin ve duygusal insani deneyim” kazanabilecekleri fırsatları yaratabilir. Öğrencilerdeki empati duygusunu geliştirebilir. Öğrencilerin internetten ulaşamadıkları yazılı belge ve bilgilerin olmadığı durumlarda tarih  ve  toplum hakkında daha fazla zenginlik, çeşitlilik ve bilgiyi yaşlılardan edinilebilirler.

Kütüphaneler, kitaplar ve arşivler daima burada olacaktır ama yaşlılar ölebilirler. Kyvıg-Marty (2011:75) tam da bu bağlamda yaşlılarla çalışmanın “ aşağı inmekte olan bir asansöre tırmanmaya benzediğini” söylemektedir. Kore Savaşı, Kıbrıs Harekâtı gibi kategorilere indirgemeden her yaşlının tanıklık ettiği bir “sosyal tarihe”  erişmek için  her biri bugün 70 yaş üzerinde olan “son tanıkları” değerlendirmeye almak durumundayız. Zira Yaman ve Erdemir’in (2006:139) dediği gibi “sözlü geleneğin aktarıcısı konumunda olan yaşlı kuşakların zihinlerinde var olan bilgiler büyük önem taşımaktadır.” Son tanıklar göçmeden” onların belgelerde yer almayan hatıralarını derlemek tarihçiler ve sosyologlar için bir görevdir.

Yorum yapın