Kamu Politikası Analiz Aracı Olarak Sosyoloji ve Sosyoloji Çalışmaları

Kamu politikasının ne olduğu sorusuna değişik cevaplar verilmiştir. Kamu politikası bir kamu kuruluşunun çevresiyle ilişkisidir (Eyestone, 1971: 18).

Kamu politikası kamu yönetiminin yapmayı ya da yapmamayı seçtikleri her şeydir (Dye, 1987: 3). Anderson, politika bir takım kuruluş veya kişilerin bir sorunu çözmede izledikleri amaçlı hareketler bütünüdür (Anderson, 1990: 3) biçiminde tanımlanmışlardır. Kamu politikasının özellikleri Hogwood ve Gunn (1984: 19-24) tarafından sekiz özellikle tanımlanmıştır;

  1. Politika karardan daha geniş ve onu da kapsayan bir süreçtir.
  2. Politika yönetimden çok fazla ayrılan bir şey değildir.
  3. Politika niyetler (amaçlar) kadar davranışları da kapsamaktadır.
  4. Politika olumlu bir hareketi içerdiği gibi hareketsiz, sessiz durmayı da içerir.
  5. Kamu politikaları önceden tahmin edilen veya edilmeyen sonuçlara
  6. Kamu politikası amaçlı hareketler bütünü olarak tanımlanmıştır.
  7. Kamu politikaları bir süreç içerisinde ortaya çıkar.
  8. Kamu politikası kamu kuruluşları için önemli roller içerir.

Kamu politikalarının belirlenmesinde kamu politikası analizi de son derece önemlidir. Aslında makalede de, bizde sosyoloji bilimini ve bu bilimin ürettiklerinin kamu politikası analiz aracı olarak önemini vurgulamayı amaçladık. Kamu politikası analizi, başka kamu yönetimi olmak üzere siyaset bilimi, hukuk, ekonomi ve sosyoloji gibi birçok bilgi kümesinden yararlanarak kamusal sorunları tespiti, analizi ve çözülmesine yönelik sorun ve eylem odaklı çok yöntemli ve çok disiplinli bir araştırma ve uygulama alanıdır (Parsons,1995: xvi’dan aktaran Yıldız, 2013: 26). Kamu politikası analizi , “iktidarda olana doğruyu söylemektir”. Bu bakımdan kamu politikası çalışmaları çok disiplinli, sayısal ve sözel teknikleri beraberce kullanması bakımından da çok teknikli ve çok yöntemlidir.

Kamu politikası analizi yapmanın temel hedefi karar verme mekanizmasına nitelikli bilgiyi üretmektir (Demirci ve Çevik, 2008: 67). İşte bu bilgi üretiminin de topluma ve toplumsala ilişkin nitelikli bilgi üretmeyi amaç edinen sosyoloji biliminin çalışmalarından çıkartılmalıdır. Politika analizi, kamu problemlerinin etkilerini, nedenlerini ortaya çıkarmak için gerekli verilerin toplanması, verilerin işleme tabi tutularak nitelikli bilgilerin üretilmesi ve yorumlanmasını kapsamaktadır (Kraft ve Furlong, 2007: 95). Bir kamu problemini bilimsel düzeyde ele alabilmek ve detaylandırabilmek çok farklı disiplinlerin (sosyoloji, ekonomi, psikoloji, siyaset bilim vb.) derinlikli ve özgün izdüşümlerinin bir arada kullanılmasını gerektirir. Kamu politikalarının arka planın da toplumsal sorunları çözme ve halkın isteklerine cevap verme arzusunun olduğu iddia edilebilir. Bu durum, kamu politikalarının belirlenmesi ve uygulanma süreçlerinin belirli bir toplumsal soruna ilişkin farklı bakış açılarına ve çıkarlara sahip aktörler arasında bir mücadele alanı olduğunu da işaret etmektedir (Yıldız ve Sobacı, 2013: 17).

Kamu politikası çalışmaları Türkiye gibi ülkeler için yeni bir alandır. Gelişmiş ülkelerde 30-40 yılda önemli mesafeler alınmıştır. Kamu politikasının teorik olarak temel amacı, devlet, toplum, siyaset ve ekonomi arasındaki karşılıklı ilişkileri açıklamaktır. Bu bakımdan kamu politikası çalışmak sosyoloji ve özellikle de kurumalar sosyolojisi çalışmalarından yararlanmayı gerektirir. Kamu politikası analizinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak sanayi devrimi, köyden kente göç, kentleşme, Fransız Devrimi ve aydınlanma çağı ile beraber ortaya çıkmıştır. 18.yüzyılda başlayan ve bir önceki dönemden farklı olarak ilk kez sorunlarla ilgili  sistematik verilen toplanmaya ve bilimsel yöntemlerle işlenmeye başlanması gözlemlenmektedir (Yıldız ve Sobacı, 2013: 33). Kamu politikaları analizi yoluyla doğru ve güncel bilgiye ulaşarak kaynakları en iyi şekilde kullanan planlama ve karar verme süreçleri yoluyla demokratik rejimlerin otoriter veya totaliter rejimlere karşı korunabileceği görüşü savunulmuştur. Lasswell, bu nedenle, kamu politikası analizi çok disiplinliliği ve iyi kararlar sonucu varılan iyi yönetimin demokratik rejimleri otoriter ve totaliter rejimler safına kaymaktan korunması anlamında demokrasinin politika bilimleri olarak adlandırmıştır (Lasswell, 1991’den aktaran Yıldız ve Sobacı, 2013: 35).

Aslında sosyal bilimlere ilişkin bütün tartışmalar doğal olarak kamu politikası alanını da etkilemekte ve bu tartışmalar kamu politikası analizi ile ilişkili literatürde karşılığını bulmaktadır. Günümüz dünyasının en önemli özelliklerinden biri küresel sermayenin gelişmiş ve örgütsüz iş gücü barındıran ülkelere kaydırılması, günümüz dünyasında yeni toplumsal oluşum ve gelişmelerin habercisidir. Öte taraftan, küreselleşme sürecinin kaldıracağına inanılan sınırları daha sık şekilde denetlenme eğilimi içine girmekte; toplumlar arasındaki ilişkiler “köprü ilişkisinden” duvar ilişkisine dönüşmektedir. Yine bu dönemde nüfus  gittikçe artan kontrol amaçlı kategorileşme eğilimi içinde önceden tanımlanmamış yeni kategoriler oluşturmaktadır. Terör, güvenliğe karşı tehdit, şiddet, yoksulluk, işsizlik, dışlanmışlık gibi olumsuz durumların yaygınlaştığı günümüzde yeni nüfus kategorileri ötekiler üretmekte, yeni biz ve onlar ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal kategoriler giderek kültür üzerinden kurulmaktadır. Bütün bu gelişmeler, gelecekte sosyal bilimcilerden daha çok uygulanabilir ve politika odaklı araştırmaların talep edileceğini ortaya koymaktadır. 21.yüzyılın ilk dönemlerine muğlaklık çağı adı veriliyor. Yine 21.yüzyılın insanlığın tekrar ortaçağlara geri döndürüleceği kehanetleri dile getirilmeye başlamıştır. İşte her ülkedeki “tanınma” mücadelesi siyasal gündeme sokuluyor. Bu da ekonomik fırsatların dağılımını da ifade eden temsiliyeti de içeren bir adalet meselesidir. 21.yüzyılda toplumsal, siyasal meselelerin anlaşılması ve dolayısıyla çözümünün çok boyutlu  bir siyasal çözümlemeyi zorunlu kıldığını ortaya koymaktadır.

Çalışmanın bu bölümünde Türkiye’de sosyoloji araştırmalarına ilişkin genel bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Buradaki sınırlandırma daha önce bu konuda çalışma yapmış olan araştırmacılarının yazılarından da yararlanarak oluşturulmuştur. Bu dönemlemeleri şöyle ifade edebiliriz (Mutioğlu, 2004: 331- 337):

  1. yüzyıldan Cumhuriyete
  2. Cumhuriyetin başlangıcından 1950’ye kadar
  3. 1951’den 1960 dönemi
  4. 1961’den 1970 dönemi
  5. 1971’den 1983 dönemi
  6. 1984’den 1992 dönemi
  7. 1993’den 2003 dönemi
  8. 2004’den günümüze

Yüzyıldan Cumhuriyete

Bu dönem Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi ve bu gelişimle ilgili olarak emperyalist denetim mekanizmalarının kurulmaya başlandığı ve Osmanlı’nın da reformlarla kapitalist sürece eklemlenmesi çabalarının gözlemlendiği bir dönemdir. Bu transformasyon, İmparatorluğun yerleşme yapısını değiştirmiş; dış pazarlara açılma, ulaşım, tarım ve bunun gibi gelişmelere bağlı olarak önceye oranla yüksek bir kentleşmeye, kentli nüfusta artışa neden olmuştur. Bu dönem, sorunların belirlenmesinde ve çözüm önerileri üretmekte sosyal bilimlerin ve sosyolojinin çok fazla kullanılmadığı yıllardır. Yine bu dönem Osmanlı’da sınırların sürekli daraldığı ama nüfusun da aynı şekilde artış gösterdiği bir dönemdir. Bu nüfus artışı kaybedilen topraklardan gelen göç ile ilişkilidir. Yine bu dönem Batı kapitalizmi ile eklemlenmeye başlayan Osmanlı’da da yeni kapitalist iş ilişkileri kentte yeni bir merkez yaratmış, Tanzimat’ın getirdiği yeni bürokrasi ve Batı kültürüne yönelmenin ortaya çıkardığı yeni yapılar önemli olmuş; devletin yeni yüklendiği işlevlere bağlı olarak devlet yapılarının sayısı ve çeşidi de artmıştır.

Cumhuriyet’in İlanından 1950’ye Kadar

Bu dönemin en önemli özelliği, yeni bir toplum yaratma çabasından büyük ölçüde etkilenmiştir. Başta Ziya Gökalp olmak üzere dönemin düşünürleri, hem sosyoloji bilimini tanıtmak hem de yeni bir  toplumun bilimsel temellerini atmak görevini yüklenmiştir. Gökalp’in İstanbul Dar’ül Fünun’unda sosyoloji kürsüsü kurduğu düşünülürse, etkisi daha iyi anlaşılabilir. Gökalp çizgisinde ulusçuluk, önemli ölçüde pozitivizm, dayanışmacılık ve evrimcilik ile birlikte getirilen ve “içtimaiyat” denilen bir bilime dayalı olarak sunulan bir gerçekti (Kongar, 1982: 15). Yine bu dönemde önemli akımlardan biri de, hiç kuşkusuz, Kadro dergisi çevresinde toplanmış olan düşünürlerin topluma bakış biçimiydi. Bu çevrenin genel amacı, Kemalist devrimin kuramını yapmaktı. Bu dönemde sosyoloji çalışmalarının belirgin özelliği konuların daha çok kuramsal düzeyde ele alınması ve sosyolojinin siyaset, felsefe, eğitim, ideoloji gibi değişik alan ve konularla iç içe geçmiş bir şekilde tartışılmasıydı.

1933 yılında üniversitelerin de kurulmasıyla akademik ve bilimsellik yolunda önemli bir yol almış gözüken sosyoloji, 1940’ların ortalarında iyice serpilip gelişmeye başlamıştır. Bu dönem, yavaş yavaş alan araştırmalarının yapılmaya başlandığı dönemdir. Yine bu dönem, yeni bir toplum, yeni bir toplumsal kimlik arama ve üretme dönemiydi. Yine bu dönem, ne yazık ki uluslararası düzeyde bir avuç sosyoloğun sesinin kısılmış olduğu bir dönemdir. Bunlardan bir kısmı yurtdışına gittiler ve evrensel bilime katkılarda  bulundular. Yine bu dönem, saha araştırmaları yoluyla somut gerçekliğin belirlenmesine dönük  araştırmaların ağırlık kazandığı bir dönemdir.

1951’den 1960’a Kadar Olan Dönem

Bu dönem, araştırma ve incelemelerin son derece sınırlı olduğu bir dönemdir. İlginç olan nokta bu dönem içinde yerli bilim insanları alan araştırmalarında son derece sınırlı iken, İngiliz ve Amerikalıların kırsal alan araştırmaları yaptığı ve sonuçlarını yayınladığı yıllardır. İstanbul Teknik, Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi ve 1953 yılında kurulan Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün çabaları olmasına rağmen, çoğunlukla toplum önderlerinin akılcılık sağlamaya yönelik araçlara başvurmayı gerekli görmemesi ve araştırmaları karar süreçlerini uzatan bir etken olarak görme bu dönemi karakterize etmektedir. Özellikle Türkiye’de sosyoloji araştırmalarının gelişimi ile yakından ilgilenen Prof. Dr. H. Bayram Kaçmazoğlu, bu dönemi “Fetret Devri” olarak nitelendirmektedir (Kaçmazoğlu, 2010: 115).

1961’den 1970’e Kadar Olan Dönem

Bu dönemde 1950’li yıllardaki liberal ekonominin ülkemiz koşullarıyla eklemlenmesinin mekândaki en önemli izdüşümü kentlerde nüfus yoğunlaşması olarak karşımıza çıkarken; 1960’lı yılların ayırt edici özelliği planlamanın yaşama katılmış olmasıdır. Yine bu dönemde, demografik boyutu ağırlıklı kentleşme  süreçleriyle hizmet sektöründeki yığılma önemli olmuştur. Cahit Tanyol, C. Orhan Tütengil, İbrahim Yasa, Mübeccel Belikkıray, Amiran Kurtkan gerek kuramsal gerekse veri derleyici ve kuramları irdeleyici çalışmalara öncülük etmişlerdir. Türkiye’de sosyolojiyi en önemli katkılardan biri de Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin kurulması ve derneğin İzmir kentinde ortak bir kentsel kesit araştırması düzenlemesi ve sosyal bilimlere ilişkin temel giriş kitaplarının yayınlanmasıdır.

1960-1970 arasındaki dönemin doruk noktasını vurgulayan olay, Türk Sosyal Bilimler Derneği ile Hacettepe Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nün ortaklaşa düzenledikleri ve -sonradan kitap olarak yayınlanan “Türkiye’de Sosyal Araştırmaların Gelişmesi Semineri” idi. Bu seminerde toplumsal değişme, sosyoloji, sosyal  psikoloji araştırmaları, siyasal bililerdeki araştırmalar, toplumsal ve kültürel antropolojideki  araştırmalar, yöntembilim, kuram ve kavram ilişkileri, araştırma teknikleri ve benzeri konularda bildiriler sunulmuştur. Burada verilen öneri, toplumumuzun sosyal sorunlarının çözümlenmesine ve ülkemizin kalkınmasına yardımcı olacak sosyal bilim araştırmalarına öncelik vermek, araştırıcılar arası işbirliğini sağlamak ve araştırmaların yürütülmesini desteklemek üzere devletçe özerk bir sosyal araştırmalar kurumunun kurulması gerekliliği önerisidir. Bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmuş olması ve topladığı verilerin araştırıcıların yararına sunulması da özellikle kamu politikası analizinde kullanılabilecek makro düzeydeki araştırmalar bakımından çok destek sağlamıştır.

1971-1983 Yıllarındaki Gelişmeler

Bu yıllar, hem ülke içinde hem de ülke dışında çalkantılı bir dönemdir. Bu döneme petrol krizi, ticaretteki daralma ve bölgesel gerginlikler damgasını vurmuştur. Ülke içinde hızlı enflasyon, küçülme ve küçülmeye bağlı olarak oluşan bölüşüm sorunları ve politik istikrarsızlık temel özellik olarak görülmektedir. Buna rağmen sosyoloji araştırmalarının yaygınlaştığı, çeşitlendiği, araştırma odaklarının çoğaldığı ve söyleme türlerinin çeşitlenip olgunlaştığı bir dönemdir (Bademli, 1989: 295-302).

1984-1992 Yılları

Bu dönem, neredeyse tüm dünyada ekonominin yeniden yapılandığı, iletişim ve bilişim teknolojilerinde gelişmelerin yaşandığı; buna bağlı olarak sermayenin küreselleştiği bir dönemdir. Bu dönem, açık olarak, zaman ve mekân kavramlarının yeniden tanımlandığı, yerel sorunların evrenselleştiği, evrensel sorunların ise yerelleştiği bir dönemdir. Yine bu dönemde sermaye birikim süreçleri ile kentleşme süreci arasında  oluşmaya başlayan yeni ilişki biçiminin en çarpıcı özelliği büyük sermayenin kentlere ilgisinin artmasıdır.  Bu ilgi artık sadece ulusal sermaye ile de sınırlı değildir. Gözlenen bu gelişmeler büyük kentlere giderek artan bir uluslararası göç, kent içinde keskinleşen zengin ve yoksul farkının artışı, işsizlik, kayıt dışı ekonomi, şiddet ve güvensizliğin artması ve suç örgütlerinin uluslararası boyut kazanması biçiminde özetlenebilir. Bu dönemde küresel hareketlilik küresel ve yerel ilişkiler, devlet-sivil toplum kuruluşları, yerellik, kimlik, gruplaşma biçimleri, sürdürülebilirlik ve yoksulluk gibi konular temel araştırma konularını oluşturmuştur.

1993 Sonrası Dönem

1993-2003 tarihleri arasında üç kongre ile sosyal bilimler alanında yeni katkılar yapan bir dernek de Sosyoloji Derneği’dir. Bu dernek, 1990 yılında sosyolojinin anlaşılmasına, yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, akademik ciddiyette etkinlik ve yayınları gerçekleştirmek ve Türkiye’de meslekten olanların  birlik ve dayanışmasını sağlamak için kurulmuştur. Kongrelerden ilki, 1993 yılında Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Sosyoloji Derneği ile birlikte İzmir’de düzenlenmiştir. Tebliğler, iki cilt olarak Sosyoloji Derneği tarafından basılmıştır. Aslında Kongre’nin amacı, insan merkezli kalkınma modelleri arayışının bir sonucu olarak görülmektedir. Kongrenin açılış tebliğini Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı “Ulusal Bütünleşme Sorunu” başlığıyla vermiştir ve toplam 22 oturumda 82 bildiri sunulmuştur.

Sosyoloji kongrelerinin ikincisi Mersin Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Sosyoloji Derneği’nin katkılarıyla 1996 tarihinde; üçüncüsü ise, Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Sosyoloji Derneği ile 2000 yılında Eskişehir’de düzenlemiştir. 2. Sosyoloji Kongresi “Toplum ve Göç” başlığı taşımaktadır. Kongrenin amacı göç konusundaki güncel sorunları saptayarak geliştirilecek çözüm önerilerini başka karar mekanizmalarının ve kamuoyunun dikkatine sunmak biçiminde özetlenmiştir. Kongrenin bildirileri, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 740 sayfalık bir yayın olarak basılmıştır. Üçünü Sosyoloji Kongresi, “Yeni Sosyolojik Arayışlar  ve Türkiye’de Farklılaşma, Çatışma ve Bütünleşme” ana başlığını taşımaktadır. Kongrenin açılış tebliğini Derneğin o dönemki başkanı Prof. Dr. Birsen Gökçe “Dünya’da ve Türkiye’de Yeni Sosyolojik Arayışlar” başlığıyla sunmuştur. 2000’lerden günümüze kadar sosyolojide öne çıkan temel araştırma konuları şöyle özetlenebilir: Avrupa Birliği Tartışmaları, küreselleşme, demokratikleşme, sivil toplum, İslamcılık, deprem, sağlık, kültürel yapı, sınıfsal yapılar, yeni orta sınıflar, cinsiyet, beden, feminizm, kadın ve aile sorunları, etnik yapı, suç, çocuk suçluluğu, toplumsal sapma, şiddet, kentleşme, yoksulluk, dilencilik, internet bağımlılığı, engelliler, risk toplumu ve benzeri konulardır.

Yorum yapın