Sosyoloji ve Tarih

Tarih, bilindiği şekilde geçmiş toplumların incelenmesidir.

Tarih bir taraftan geçmişte ne olduğunu araştırırken, diğer taraftan da ortaya çıkan gelişmelere nelerin sebep olduğunu anlamaya çalışır.

İlk sosyologlar, ağırlıklı olarak tarihsel analizler yapmışlardır. Fakat tarihçinin  yaklaşımı ile sosyoloğun yaklaşımı arasında farklar vardır. Sosyolog tarihsel olayları genelleştirirken, tarihçiler her bir olayın benzersiz (unique) özellikleri üzerinde yoğunlaşır.

Bauman’ın da belirttiği şekilde, sosyoloji hali hazırda süregelen ya da zamanla değişmeyen genel nitelikli eylemler üzerinde yoğunlaşırken, tarih geçmişte gerçekleşmiş ancak bugün olamayan eylemlerle ilgilidir. Sosyoloji dikkatini toplumumuzda gerçekleşen eylemlere ya da bir toplumdan ötekine değişmeyen eylem türlerine verirken, antropoloji, bizimkilerden uzak ve farklı toplumlardaki insan eylemlerini anlatır.

Akademik disiplinler arasındaki farklılıklardan yansıyan biçimiyle insan dünyasında doğal bir bölünmenin olmadığını söyleyebiliriz. Bu insan eylemleriyle uğraşan akademisyenler arasındaki iş bölümünün bir sonucudur.

Diğer sosyal araştırma dalları gibi sosyolojinin de, kendi yorumlama ilkeleri kadar, kendi bilişsel perspektifi ve insan eylemlerini sorgulamak üzere kendi soru kalıpları vardır. Sosyolojinin merkezi sorusu şudur: Ne yaparlarsa yapsınlar ya da yapabilir olurlarsa olsunlar, insanların başka insanlara bağımlı olmaları ne anlamda önemlidir?

Ancak sosyal bilimler arasındaki aşırı uzmanlaşmayı bazı yazarlar, modern/endüstriyel toplumun bir ürünü olarak görmektedirler. Günümüzde aşırı uzmanlaşmanın sakıncalarından kaçınmak için başta Immanuel Wallerstein ve arkadaşları olmak üzere bir çok sosyolog, “Sosyal Bilimlerin Açılmasını” ve daha çok disiplinlerarası çalışmaların öne çıkartılmasını savunmaktadırlar. Yine Bourdieu, bir geleneğin içine kapanmanın basitliği ve rahatlığı dolayısıyla, sosyal bilimlerde eklektizmin mahkum edildiğini ileri sürer.

Yorum yapın