Tefsirde Sosyolojik Eğilim

Tefsir faaliyetleri şu veya bu ölçüde toplumsal ihtiyaçlarla ilişkili olarak ortaya çıkmakta, toplum zemininde gelişmektedir. Bunlardan içtimâî  tefsir ekolünde toplum problemlerine çözüm arama  gayreti güdülmektedir.

Bu açıdan bakıldığında tefsir ve sosyoloji, toplum ortak paydasında buluşmaktadır. Ancak şunu da ifade etmeli ki, genel anlamda sosyoloji toplumu tanımayı hedeflerken, tefsir ilâhî kelamın mesajını topluma ulaştırmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla tefsir bu anlamda ilahi değerler çerçevesinde toplumu oluşturan fert ve fertler arası ilişkileri değiştirmeye yönelik bir hedefi benimsemektedir.

Tefsirle elde edilen bilgi ya da yorum, sosyal ve tarihsel gerçekliklerle ilgili kavramlardır. Yani bilgi edinme süreci, toplumsal etkilerden soyutlanamaz. Bu açıdan bakıldığında tefsirle üretilen bilginin sosyal temelleri görmezlikten gelinemez. Tefsir ilminde, içtimâî tefsir ekolü gelişmiş ve bu sahada önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu bağlamda tefsir ilminde dikkate değer bir girişim Muhammed Abduh’la beraber gerçekleşmiştir. Abduh’tan önce İbn Kesir bu konuya temas etmiş olsa da, Abduh’la birlikte bu ilmin, metin tahlili göz ardı edilmeden, insan ve toplum gerçeğine dönük bir amaca sahip olması gerektiği vurgulanmıştır.

Bu çalışmaların amacı, Kur’ân’ın yorumlanması ve telkin ettiği değerlerin şimdiki zamanlara taşınması gayreti olmuştur. Abduh’tan sonra yapılan tefsir çalışmalarında insan ve toplumun dinî, manevî problemlerini merkeze alan bu eğilim etkisini sürdürmüştür. O’nun Kur’ân’la ilgili izahları, aradan geçen zamana rağmen günümüz çalışmalarında referans olma özelliğini korumuştur.

Kur’ân-ı Kerîm sosyal olayları ve meseleleri açıklarken, sosyolojinin kullandığı metotları kullanmamıştır. Bir anlamda Kur’ân sosyolojisi de denilebilecek kendine  has  bir  metot  uygulamasıyla,  Kur’ân’ın   Allah, insan, toplum, dünya ve âhiretle ilgili bütün âyetlerini ele alıp, toplumun değişen ve statik yönlerini, gelişme ve değişme şartlarını araştıran, tabiî ve sosyal hadiseler arasındaki irtibatı sağlayan Allah’ın sünnetlerini ortaya koyan kitaptır.

Kur’ân, bütün insanlara ve özellikle kendisine iman edenlere ferdin toplum için, toplumun da fert için çalışmasını, birinin diğerinin hakkına tecavüz etmemesini, bir tarafın diğer tarafın menfaatlerine aykırı davranıp ihmalkârlık yapmamasını tavsiye etmektedir. Yani Kur’ân-ı Kerîm, şahsî, fertler arası, toplumlar arası ve milletler arası bir takım faziletleri ahlâkî kural olarak ortaya koymuş ve kendisine inananlardan bunlara uyulmasını istemiştir.

Ancak ictimâî ve evrensel faziletler konusunda, Yahudi ahlâkının en bariz özelliklerinden birisi, bir Yahudi’nin yapacağı iyiliğin kendi milletiyle sınırlı olmasa bile, memleketinin sınırlarını aşmaması şeklinde ortaya çıkarken, Hıristiyan ahlâkında bir insanı diğer insandan ayıran bu engel kaldırılmıştır. Fakat Tevrat’ta gördüğümüz içtimâî bağlılığı, bu içtimâî mesuliyet duygusunu burada görmemekteyiz. İncil’lerin takdim ettiği şekliyle içtimâî Hıristiyan ahlâkı/fazileti, tam anlamıyla içtimâî olmaktan çok, fertler arası bir mahiyet arz eder.

Fertler arası faziletler ve ahlâk kuralları hususunda Kur’ân, diğer kitaplarda olan buyruklara ilaveten, bir ileri adım daha atmıştır. Bu adımda, fertler arasında nezaket, ağırbaşlılık, hayâ duygusu gibi ahlâk kurallarını ihtiva eden, gerçek bir ahlâk kanunu söz konusudur.  Evrensel ahlâk ile ictimâî ahlâk, Kur’ân tarafından resmen gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda Kur’ân, dinde kardeşlikten başka, Hz Âdem’den itibaren gelen biyolojik köksel bir kardeşliğin var olduğunu, dinî duyguların farklı olmasının, başkalarına iyilikte bulunmamıza  hiçbir şekilde engel teşkil etmeyeceğini bildirmiştir. Bundan başka birilerinin bize karşı kötü davranmalarının, onlara karşı düşmanca bir tutum  içerisine girmemize sebebiyet veremeyeceğini ve dolayısıyla onlara karşı adil davranmaktan bizi alıkoyamayacağı, ayrıca Müslümanların, sosyal çözülme ve güvensizliklere yol açacağı nedeniyle, kime olursa olsun faizle borç vermelerinin yasaklığı Kur’ân’da açıkça belirtilmiştir.

Diğer dinlerde tam olmayan bir özellik olarak Kur’ân-ı Kerîm, milletler arası yeni hükümler getirmiştir. Bu anlamda eşit olmayan şartlarda da  olsa yapılan anlaşmaya uyulması emredilir. Bir başka kaide ile “meşru savaş”, herhangi bir saldırıya karşı sadece müdafaa amacıyla yapılan ve saldırı kesilir kesilmez sona erdirilmesi gereken bir savaş olarak tarif edilir. Kur’ân-ı Kerîm’in öngördüğü ve emrettiği bu kaidelere, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından vazedilen kaideleri de eklemek gerekir.

Buraya kadar söylenenleri özetleyecek olursak Kur’ân-ı Kerîm, sosyoloji henüz bir disiplin olarak ortada yokken, onun incelediği konulara işaret etmiş, bir takım temel prensipler getirmiştir. Meselâ insanın sosyal yapısından, aile düzeninden, evlenmesinden ve boşanmasından, muhtaçlara yardımdan (mal harcamaktan, fakirin ihtiyacını gidermeye ve dolayısıyla sosyal menfaatleri korumaktan), miras ve özel mülkiyetten, milletler ve kabileler arası ilişkilerden ve bunlar arasındaki farklılıklardan, savaştan, barıştan ve buna benzer meselelerden bahsetmekte ve bunlara çözüm yolları sunmaktadır. Ancak bu konulardan önemli bir bölümü, inanç açısından ele alınıp açıklansa da, sosyolojik açıdan geniş bir şekilde ele alınmamıştır. Kur’ân’ın getirdiği bu temel esasların yorumları farklı olsa da, bunlar, gerçek hakikatler olup, sosyolojinin izâfî ve değişken doğrularıyla eş değerde değildirler. Kur’ân’ın ortaya koyduğu gerçekler, bazen sosyolojinin kanunlarıyla uyum arz etse de, bu her zaman böyle olacak ve birbirine uyacak demek değildir. Diğer pozitif bilimlerde olduğu gibi, sosyolojide de kanunlar ve prensipler nihâî gerçekler değil, mevcut şartlar içinde araştırmalar neticesinde ortaya konulan şimdilik son gerçeklerdir. Bu gerçekler elbette şartların değişmesiyle değişebilir. Ancak Kur’ân, sosyolojinin genel konuları hakkında çağlar öncesinden bir takım esasları belirlemiş ve kurallar koymuştur. Kur’ân ile Sosyal bilimlerin verilerini bir arada inceleme hususunda; bu temasta, başka sistemlerle ve kültürlerle düşünmenin zararları olduğunu söyleyenler olduğu gibi, başka beşerî bilimler ve kültürlerle temas edilmesi gereğine inananların da olduğunu söylemeliyiz. Konuya zarar noktasından bakanlar, nihayetinde kendi değerlerimizi de o kültürlerin kavramları ile düşünmeye başlama tehlikesini ifade etmektedirler. Kur’ân âyetlerinin tefsirinde, âyetlerin, sosyal bilimlerle veya tabii bilimlerle ilişkilerinden bahsetmek isteyen veya bilimsel realitelerden bahsetmek isteyen kişilerin, çok temkinli davranmaları ve beyan ettikleri verilerin, asla nihâî gerçekleri veya hakikati yansıtmadığını gözden uzak tutmamaları gerekmektedir.

Binaenaleyh Kur’ân ile sosyoloji arasında, insanı, cemiyet meselelerini  ve kültürü ele almaları noktasında fark yoktur. Ancak fark, konuları ele alış biçimlerinde ve olaylara bakış açılarında yatmaktadır. Meselâ, sosyoloji de Kur’ân da, fert ve cemiyeti bir bütünlük içinde ele alır. Fakat Kur’ân insanın ıslahına öncelik verir. Ayrıca Kur’ân olanı   incelerken, olması gerekene öncelik verir. Bir başka ifade Kur’ân-ı Kerîm’in gücü, onun tarihi bir olayı açıklamasında değil, konuyla ilgili anlamı her zaman geçerli olan bilgiler vermesindedir.

Yorum yapın