Dinin Sosyolojik Anlatımı: Din Birliği (Communioıı) – Kollektif ve Ferdi Din

Dini tecrübenin teorik ve pratik anlatımları onun üçüncü bir görünüşü olan sosyolojik anlatımı ile tamamlanır. Yaşayan bir din Labiatı icabı toplumsal münasebetleri kurmak ve devam ettirmek zorundadır.

John Mac Murray Dini Tecrübenin Yapısı üzerindeki ilgi çekici derslerinde din alanının kişisel münasebetler alanı olduğuna bizleri inandırmaya çalışıyor. Bu teori dinde ferdi ve kollektif elemanlara yer vermekle pozitivistlerin toplumu tapınma konusu saymakla düştükleri yanlış yoruma yaklaşmak tehlikesi gösterir. Bütün münasebetlerin din alanında cereyan ettiği ve dinin, karşılıklı bir bağımlaşmanın bilinçli bir idrakinden ibaret olduğu düşüncesi doğru değildir.

Bu anlayış kutsala bağlılığı açıklayan temel tecrübenin toplumsal sonucundan başka bir şey değildir ve önemi ne olursa olsun ikinci derecede kalmaya mahkûmdur. Mac Murray, dinin toplumsal yön ve görünüşü üzerinde durduğu müddetçe haklıdır; Fakat toplumsal olayın bir törevini onun gerçek çekirdeği saymakla yanlış bir yola sapmıştır. Tabiatiyle Mac Murray dini birliğin (cemaatın) sembolik çalışmaları üzerinde yüksek düşünceleri olan bir bilgindir. Yorumları gerçekten derin ve anlamlıdır. Bu bilgine göre, dini tören birliğin basit bir anlatımı değil, fakat birliği yaşatan bir araçtır.

Beşeri münasebetler niyyet ve· iradeye dayandıkları nisbette yükselir ve asilleşirler. Her şeye rağmen, yüksek bir din de toplumsal münasebetlerin dini yönden muhafazası tabii hağlan kuvvetlendirdiği kadar onları kolaylıkla yokedebilir. Çünkü manevi birlik, tabii birliğin sadece bir devamı değildir.

Bir dindeki sosyolojik sonuçları incelemek için Dinler Tarihinin malıeme ve verileri ele alınmalıdır. İlk iş dindeki birlik, işbirliği ve ortaklaşa çalışmaların dini tecrübenin bütünleyici ve temelli parçalarından mı yoksa geçici olayların bir belirtisi mi olup olmadığını kestirmektedir. Ve yine dinde acaba fertlerin kendiliklerinden dinin toplumsal çalışmalarına katılma ve toplum fertleriyle birleşme ihtimalini ortadan kaldıracak kadar köklü bazı ferdi durum ve tutumlar var mıdır? Bu türlü orulara verilecek karşılıkların din hakkındaki özel görüşleri aksettireceği kolayca anlaşılır.

Ortaklaşa tapınma ilkeleri (Principle of Corporate Worship) adlı eserinde Evelyn Underhill çok anlamlı olan şu yorumu yapıyor:  tek ve toplu tapınma arasındaki öncelik ve üstünlük problemi bir kenara bırakılırsa pratik hayatta her ikisi de birbirini tamamladığı, kuvvetlendirdiği ve denetlediği görülür. Scheler dinde her işlemin aynı zamanda bireysel ve toplumsal işlem olduğunu ve tek bir Hristiyan asla Hristiyan değildir (Unus Christianus nullus Christianus) sözünün geniş anlamda bütün dinlere uygulanacağını söylediği zaman şüphe yok ki tümü ve bütünüyle katolik felsefesini yansıtıyordu. Yazar kiliseyi müminler birliği olarak aldığı ve bu birlik hakkında derin bir görüşü olmadığı halde tümüyle dinin bireyselliği ve ferdin doğrudan doğruya tanrıya karşı sorumlu olduğu konusunda önemle durmuştur.

Bununla beraber protestanlıkta bile ferdin din konusundaki rol ve önemi üzerinde görüş ayrılıkları vardır. Burada çeşitli mezhebi grupların görüş ve anlayışlarına göre ferdin dindeki rol ve ve önemi birbirinden farklıdır. Bu görüşler bir dini topluluğun gelişme safhalarına göre değişebildiği gibi aynı alanda da değişik görüşler olabilir. Mesela protestanlık Doğu katoliklikten daha çok fert üzerinde durur.

Bunun gibi her ikisi de protestan olduğu halde Metodizm (Methodisme) anglikanizmden daha çok bireye ve bireysel değerlere önem verir. Öte yandan Luther  mezhebinde 19. yüzyılda ortaya çıkan dindarlık ve uyanış hareketleri küçük ve samimi grupların kurulmasına yol açmıştır. Bu hareketlerde Ortodoks ve konfessiyonalizmden daha açık olarak ferdi dindarlığa önem verilmişti. Mezhebi gruplar da aynı eğilimleri gösterirler. Gerek ferdiyetçi durum ve tutumlar ve gerekse reform hareketleri, karizmatik ve komünist grupların çok koyu kollektivist duyuşlarıııa zıt bir doğrultuda gelişmişlerdir.

19.yüzyılın sonuna doğru, birçok bilginler dini gelişmenin yavaş yavaş fakat değişmez ve dönmez bir şekilde kollektivistlikten fertçiliğe doğru ilerlediği sonucuna varmışlardır. Bu evrenbel gidişte Hıristiyanlık putperestliğe. protestanlık katolikliğe, liberal protestanlık klasik protestanlığa karşı üstünlük ve öncelik sağlamak suretiyle örnekler vermiştir. Geçen 50 yıl içinde ayrıntılı ve karşılaştırmalı tarih biliminin gelişmesi ve hırisyanlık çeşitleriıin tümüne karşı büyük bir ilginin uyanması bu türlü erken genellemelere şüphe ile bakmayı öğretmiştir. Mistisizm, rasyonalizm ve spritüalizm gibi bazı dini tutumlar birbirinden oldukça ayrı ve aralıklı dönem ve devrelerde şu veya bu şekilde tekrar ortaya çıkmış ve tek kişinin toplumla olan münasebetini tayin etmiştir. Çeşitli hristiyan gruplarında görülen hu tutumlar Ernst Troeltsch tarafından sosyolojik ortamları içinde incelenmiştir. Bilginler çağdaş dünyaya öz olan bu gelişmelerin daha öncede Eski Yunan ve Orta çağ toplumlarında örnek vermiş olduğunu ispat etmişlerdir.

İster fert isterse bir grup olsun, dinin temel süjesi üzerindeki görüşlerin pek çok değiştiği görülür. Eski çağın Site dinlerinde ifadesini bulan dini birlik kavramı çağdaş dinlerdekiııden çok farklı idi.  Onlar toplu tapınmalarına önem vermiş ve bireysel tapınmayı geçerliği olmayan bir soyutlama olarak almışlardı. İlkel dinler bu konuda daha da ileri gitmişlerdi.  Yunan dini ferdi olmadan önce aile, kabile ve devlet dini gibi toplumsal bir nitelik taşımakta idi. Roma topraklarında bireysellik (ferdiyat) kavramınm gelişmeıi, toplumsal düşünüşün olağanüstü ilerlemesi yüzünden geç kalmıştı.  Fert sadece aile, klan ve Devletin yüzü suyu hürmetine var sayılıyordu. Japon toplumu aile kavramına kutsal bir anlam verir. Fert, ailenin ortaklaşa yaşayışı içinde geçici değil, fakat sürekli olarak erimiş ve yutulmuştur.

Güven verir gibi görünen bu cüretli genellemeler pek çok istisnaları ihmal eder. Yukarıda sözü geçen medeniyetlerde kollektif dinin önemi çok büyük olmakla beraber dini önderlerin toplumlarda olağan üstü rolü ve üstün derecede yardımları olduğunu unutmamak yerinde olur. İlkel toplumlarda bile çok kişisel bir dini tecrübenin varlığını kabul etmek zarureti vardır. Bütün bunlar dinin yalnızca bireysel olduğunu ispat etmese de dini düpedüz toplumsal nitelikte anlamayı güçleştirir.  Malinowskinin ortalama formülüne uyarak kollektif ile dininin hiçbir suretle aynı genişlikte olmadıkları söylenebilir.  Yahut Ruth Bendictin söylediği gibi gerçekte toplumla tekin birbirine karşıt olmadıkları doğrulanabilir.

Daha üstün nitelikteki ferdiyetçi dinin gelişmesinde iki önemli etken göze çarpar: Biri kültürel ve toplumsal ortamın etkisi altında ferdin yavaş yavaş özgürlüğüne kavuşması, ötekisi toplum ve uygarlıkta devamlı bir ayrımlaşma (Differenciation) sürecinin gerçekleşmesidir. Bu çifte sürece ilkel toplumlarda bile rastlanır. Lowie, Amerika yerlilerinden Crow (Karga), Yem Gine yerlilerinden Kai ve Eskimo gibi bir çok ilkel toplumlardaki mülkiyet kavramını gözden geçirdikten sonra başka yerde rastlanmayan bu komünist toplumlarda bile ferdi motiflerin büsbütün ortadan kalkmadığı sonucuna varmıştır. Bu temayül Doğuda daha açık olarak kendini gösterir. Fakat Batı medeniyetleri ferdiyetçiliğin zirvesine varmış bulunmaktadır. Tek başına klasik medeniyetin gelenekleriyle hazırlanan bu ferdiyetçilik yönelişin: yahudilik, Hristiyanlık ve İslamlık gibi evrensel dinler derinleştirmiştir. Helenistik devir bir yandan aynı geleneksel nitelikteki örgütleri (teşkilatı) eritmek; öte yandan yeni tipte bir dindarlık yaratmak ve bu yeni tiplerle birlikte din derneklerinin kurulmasına yardım etmekle dinde ölçüsüz etkiler yapmıştır.

Dini ferdiyetçiliğin gelişmesinde sosyolojik bakımdan çok önemli bir yön, dini cemaatlarla tabii grupların gün geçtikçe birbirinden ayrılması yani Layiklik ilkesinin uygar ve çağdaş toplumlarda revaç bulmasıdır. Konumuza ilişkin olması bakımından yukarıda yapılan açıklamalara Hristiyanlıktaki ferdiyet kavramıyle ilgili bir söz daha eklenebilir. Başlangıcında kutsal kitaplara dayanan ve büyük din ıslahatçılarınca (Reformaleurs) yorumlanan ferdiyet kavramı, paskal, Kant  ve  Kie, kegaard  felsefelerinde  üstün bir rol oynarlar. Bir din sosyoloğu için olumlu bir ilgi taşımamakla beraber, Soeren Kierkegaard teolojisi, ferdin (der einzelne) sosyolojik ve dini yönden temel kategori olduğu konusunda varılan en son mantıki sonuçları gösterir. Çağdaş felsefe ve protestan teolojisinde benzeri fikirlere rastlanır. Mesela Alfred North Whitehead dini, insanın iç hayatının sanat ve teorisi olarak tanımlar ve bu doğrulamayı, dinin herşeyden önce bir toplum olayı olduğu görüşünün açıktan açığa bir redcliyesi sayar. Bu yazar Din olayını ferdin yalnızlığı ve yalnızlığıyla yetinmesi olarak özetler. Öte yandan dindeki kollektif eylemleri ise dinin süslü püslü blı dış yönü olarak alır. Çağdaş psikolog Floyd Allporta göıe Kişisel din, ferdi, dinden ayırmakla kalmaz, aynı zamanda başkaları ile her türlü muhabere ve teması engeller.

Hristiyan mezhepçiliği (Sectarianisme Chretien) ve budist teolojisine hiçte yabancı olmayan bu görüşten dolayı dinı tecrübenin imltan, meşruiyet ve din birliği sınırları prolılemi olağan üstü bir ciddiyet  gösterir.  Dini  tecrübeyi  yalnızca  kişisel bir iş sayanlar kilisenin örgüt, disiplin ve yasasını ret ve inkar edenlerdir. Dinleı tarihi boyunca ferdin gelişme ve özgürlüğünü tehlikeye koyan sistemlere karşı ferdi tecrübe ve teşebbüs adına sürekli bir itirazın yüksekliği görülür. Önceden mevcut olan geleneksel bir toplum içinde gerçekleşmek zorunda kalan din kavramı, ya bağımsız olarak dini olgunluğa götüren etkenleri birleştirir; ya da mevcut herhangi bir topluluktan bağımsız bir cemaatın doğacak olan iman birliğine yönelmesini sağlar.

Burada din sosyoloğunun işi, dini topluluk (cemaat) konusunda birbirinden ayn kavramlardan çıkan ve tipolojik yönden farklı olan dini yapıları dikkatlice incelemek ve sınırlamaktır. Yine bu bilgin yapıların tarihi gelişmelerini çizmek ve her yer ve zamanda rastlanan çeşitli din kardeşliği kavramını aramak zorundadır.

Yorum yapın