Tipolojik bakımdan dinin toplum karşısında üç farklı tutumu vardır:
1-Olumlu tutum (Attitude affirmative)
Bu durum ve tutum, din ve dünya teşkilatları aynı olan grupların ayırdedici bir niteliğidir. Ulusal dinlerle, İslamiyet, lamaizm ve Vatikan Katolikliği bu tutumun aydınlat cı örnekleridir. Burada din topluma karşı olumlu bir durum takınmıştır.
2-Olumsuz tutum (Attitude negative):
Koyu sofuluk (Ascetisme radical) bu tutumun tipik bir örneğidir. Budizm ve bazı islam tarikatları, bozguncu yobazlık, keşişlik (monachisme), çilecilik ve benzerleri hu sıradadır. Burada din topluma karşı menfi bir durum takınmıştır.
3-Seçmeli tutum (Attitude dun realisıne selectif)
Bu tutum dini grupları nitelik ve nicelik bakımından sınırlandırır. İslamdaki Emrü Dünya (dünya işleri), Emrü Ahiret (ahiret veya din işleri), hıristiyanlığın ilk demeçlerinde ifadesini bulan din ve dünya (devlet) işlerinin ayırımı huna ilişkin örneklerdir.
Dini cemaat tiplerinin karşılaştırmalı bir etüdü, zorunlu olarak onların kuruluş sebeplerini, özel anlamlarını ve üyeleri üzerinde yaptığı etkileri inceler. Başka bir deyişle, yalnızca sosyolojik olan bir araştırmayı grubun kendini yorumlaması olan ideoloji ve yapısı üzerindeki incelemelerle tamamlamak gerekir. Burada ideoloji sözü, sübjektif ve sınırlı olarak dar anlamda değil, teorik bir açıklama ve grubun kendini vasıflama ve açıklaması olarak geniş anlamda alınmalıdır.
Yalnızca psikolojik veya yalıuzea sosyolojik olan bir yorum tek yönlü ve eksiktir. Bu türlü yorum, bir şekil veya grubun çatı ve yapısını anlamaya yol verse hile tek başına onu bütün yönleriyle açıklayamaz ve muhtevasını ortaya koyamaz. Bir grubun ileri sürdüğü dini değerlerin psikolojik veya sosyolojik çözümlemesi, grup üzerinde etki yapan değerlerin ancak bir başlangıcı olarak alınabileceğini gösterir. Grup içindeki ortaklaşa tecrübe ve onun anlatımları çok etkin bir birleştirme ve kaynaştırma gücü olarak etki yapar. Grubun korunma ve kurulma ihtiyaçları, üyelerin birbirlerine karşı dayanışma duygularının oluşma ve gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Bu, bir gruptaki resmi inancın zorunlu olarak, başlangıçtaki toplumsal ve psikolojik şartların tam ifadesi gibi ele alınması gereğini göstermez. Din kurucusu, din önderi veya haleflerinin yanılma paylarını ve karşılaştıkları hayal kırıklıklarını hesaba katmak gerekir. .Mezhepçilik zihniyeti (Sectarianisnıe) nin tarihi, bu konuyu aydınlatan bazı örnekler verir. Kavram ve şekillerin gerçek yönünü, bilinçaltı anlamını ve nedenlerini yorumlama işinde psikoloji, psiko-sosyoloji ve psikopatolojinin çok değerli yardımları olabilir
Bununla beraber asıl sosyolojiyi ilgilendiren cihet, dini kavranılar, kutsal törenler ve toplumsal yapılardır. Bunlar sosyolojik bir birlik sağlamak üzere toplum üyelerini hem birleştiren hemde onları dış alemden ayıran açık ve belirli bir dini tecrübeyi aksettirir. Cemaat ve tarikatlar gibi sırf dini olan guruplar (Groupements Specifiquement Religieux) ın durum ve idoolojilerini aile ve kahile gibi hem dini hem tabii olan gurupların ki ile karşılaştırmak çok ilgi çekicidir. Her iki halde de yabancılara karşı teorinin emrettiği ve pratiğin izlediği farklı bir durum ve tutum göze çarpar. Birinci şıkta yabancı yalnız iman bakımından guruptan ayrı kaldığı halde ikinci şıkta yabancı guruptan hem iman hemde kan bakımından ayrılır.
O halde sosyolojik yönden dinin iki türlü etkisi vardır: Her yeni din, yeni bir alem ve yeni bir dünya görüşü (Weltanschaung) yaratır. Bu yeni alemde, eski görüşler, bayatlaııuş ve günü geçıniş kurunılar varlık sebeplerini kaybederler. Burada tabii guruplardan gelen görüşler ortadan kalkar, eskiler silinir ve yeni bir eşya düzeni kendini gösterir. Şüphesiz bu değişmeler devrimci de olabilirler. Bütün mesele, geleneksel elemanların bu·yeni görüşle ya pılan yorunılarının genişliğine bağlıdır. Yeni bir dinin demeçleri, vaaz ve hitapları, bu din evrensel nitelikte olsa bile, ilk olarak az çok düzenli bir gruba yönelir. Kültürü yüksek ve sosyal yapısı ayrınılı toplumlarda ihtidaların içinde cereyan ettiği ortam çoğu zaman tecanüsten yoksundur.
Huy ve soy, düşünce ve kültür bakımından bu kadar tutarsız olan elemanların din etkisi altında nasıl tek düzen ve tek parça bir gurup meydana getirdiklerini incelemek, Din Sosyolojisinin ilginç bir konusudur.
İlk hıristiyan (Ekklesia), Buda ve Jaina (Samgha) İslam ve zerdüşt cemaatleri bu konuda gerekli bilgi ve malzemeyi verirler. Bu seviyede daha kesif bir dini tecrübenin sonucu olarak özel bir takım problemler ortaya çıkar. Burada önemle dini tecrübenin özü olan tanrı ve tanrıya yaklaşma ve onunla birleşme konusu üzerinde durulur. Bu münasebet tasarlanabilen bütün diğer insanlar arası münasebetler karşısında bir üstünlük ve öncelik gösterir.
Fakat yeni gurupta din hayatının kesifleşme ve gelişmesiyle bu tecrübenin yayılması (sirayeti) çok güç olur. İlk safhalarda dini tecrübe anlatımlarının ortaklaşa araç ve anlamlan olan semboller bir dereceye kadar yumuşaklık ve kolaylık gösterirken, daha rasyonel görüşlerin ve daha evrimli törenlerin gelişmesi bu sembollerin anlaşılmasını güçleştirir; başka bir deyişle, eğer geleneksel sembollerin dini cemaatın temeli sayılması zaruri ise bunların daha açık olarak tanımlanması gerekir. Yukarıda belirtildiği üzere yüksek seviyedeki dinde, grubu bütünleme ve perçinle eye götüren etkenler vardır.
Bu durumda, daha küçük, daha kesif bir din hayatı yaşayan seçkin bir dini grup (elite religicux) kurulmuş olur. Dinler Biliminde buna cemaat içinde cemaatcik (Ecclesiola in Ecclesia) denir. Bu küçük topluluk üyeleri herkese açık bulunan dini cemaattakinden daha derin tecrübeler, daha sıkı kurallar veya daha sıkı örgütlerle birbirlerine bağlıdırlar. Yeni grubun üyelerini daha sıkıca birleştiren dış alemin tepkileri de bir kenara bırakılmayacak derecede önemlidir.
Din kardeşliği (Fraternite religieuse) incelenirken karşılıklı bir süreç veya münasebeti unutmamak gerekir. Bu süreçle bir dini cemaatın zihniyet ve tutumunu, o cemaatın üyeleri yaratır. Buna karşılık gurup üyelerinin tutumları ferdi kavramlar üzerinde geniş ölçüde etki yapar. Cemaat içinde·- özel terimlerin yerleşmesi, ahlak ve adetlerin gelişmesi böylece gurubun etkisi altında gerçekleşir. Bu karşılıklı uyarma ve isteklendirme dil ve diğer yaratıcı faaliyetlerin etüdünde de kendini gösterir. Dil felsefesinin bugün bile en büyük temsilcilerinden biri olan büyük Willıelm Von Humboldt çok öneınli olan şu ilkeyi savunur. Gurup konuşarak dili, dil de sırası gelince, gurubu yaratır. Yazara göre kutsal dil ile din münasebetlerinin, dil sosyolojisi ile din sosyolojisi arasında olduğu gibi, ilgi çeken bir çok benzerlikleri vardır.