Kurum Nedir? Dar ve Geniş Anlamıyla Kurumun Tanımı

Sosyolojinin pek çok terimi gibi kurum da, gündelik yaşantımıza sık sık çeşitli kavramları adlandırmak için kullanılmaktadır.

Mesela; korunmaya muhtaç çocukların barındıkları yerler, spor kulüpleri birer kurum [müessese, tesis, kuruluş] olarak adlandırılır. Bunların hepsi de kullanıldıkları bağlamda doğrudur, ama sosyolojik açıdan, daha farklı bir kavrama işaret etmektedir (Fichter, 1990, 110).

Kurum kavramını, biri dar öteki ise geniş olmak üzere iki anlamda anlamak olanaklıdır. Örneğin, bir ilkokul dar anlamda bir kurumdur; bir lise, bir üniversite yine dar anlamda bir kurumdurlar. Ama bunların hepsi birden göz önüne alınmış olduğunda, geniş anlamda bir kurumu oluşturmuş oldukları görülmektedir. Eğitim kurumu içinde, bu dar anlamdaki öğretim kurumlarının bir koordine ve uyum içinde oldukları, ortak bir eğitim politikası ve yaklaşımı paylaştıkları görülmektedir (Ozankaya, 1984, 139–140).

Herhangi bir toplumdaki yargı evleri, ticaret hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku ya da kamu hukuku hep dar anlamda birer kurumdurlar. Ama bunların hepsi birden toplumun koordine edilmiş hukuk kurumunu oluştururlar. Bu şekliyle genel olarak hukuk, geniş anlamda bir kurum sayılmaktadır (Ozankaya, 1984, 140).

Dar anlamdaki her bir kurum göreli bir şekilde koordinasyon ve uyum içinde düşünce, inanç ve davranışlardan oluşan bir bütün ise; geniş anlamdaki bir kurum ise koordine edilmiş ve uyumlu birtakım kurumlardan oluşuyorsa, geniş anlamdaki kurumların da kendi aralarında bir koordinasyon ve uyum içinde bulunmuş oldukları ve toplum düzeninin bir bütününü oluşturmuş oldukları söylenebilir.

Ekonomi, hukuk, aile, siyasal kurum, eğitim kurumu vs. bir toplum düzeni oluşturacak ve bütünleştirecek tarzda bir uyum ve koordinasyon içinde bulunmaktadırlar. Bunun yanında, ilkeleri birbiriyle uyuşmayan kurumların bir arada bulunması birtakım uyumsuzlukların ortaya çıkmasına da sebebiyet verebilir. Örneğin; laik bir eğitim sistemi ile teokratik bir siyasal sistemin bir arada bulunması gibi (Ozankaya, 1984, 140).

Genel anlamda bir menfaat birliği meydana getiren fertlerin, bu birliği yürütebilmek, fonksiyonlarını ifa eder hale getirebilmek üzere tesis ettikleri veya tesis edilmiş olarak buldukları usuller, kurum olarak adlandırılabilir. Sendika bir menfaat birliği olarak ele alınırken, kolektif pazarlık, grev, lokavt da kurum olarak ele alınmaktadır (Bilgiseven, 1986, 13). Menfaat birlikleri; “insanların belirli birtakım amaçlarını gerçekleştirmek üzere oluşturdukları uzmanlığa dayalı gruplar” olarak tanımlanabilir (Dönmezer, 1978, 227).

Bir kuruma insanların üye olmaları söz konusu değildir. Daha çok menfaat birliğine üye olunmaktadır. Kurumlar; kanun, talimat ve nizamnamelere göre oluşmuş olabileceği gibi, örf ve adetler çerçevesinde de oluşmuş olabilirler (Bilgiseven, 1986, 13).

Örf ve adetlerle çerçevesi çizilen ve daha çok insanların cemaatvari “biz” duygusunun hâkim olduğu kurumlar, tedrici [derece derece] olarak bir inkişaf gösterdikleri gibi, organik bir köke de sahip bulunmaktadırlar. Belli bir resmiyeti olmamakla beraber, toplum hayatında etkin olan ve bir yönüyle de doğal olarak ortaya çıkmış olan kurumlar, uyulması gereken yazılı kuralların oluşumunda etkin bir rol oynarlar. Ortaya çıkan bu oluşum genellikle bir ihtiyaçtan kaynaklanabilmektedir. Bu şekildeki bir işleyişin daha çok gelişmiş ülkelerde olduğu söylenebilir. Azgelişmiş ülkelerde ise, ise tam tersi bir gelişimin varlığı söz konusudur. Gelişmiş ülkelerden alınan belli yazılı unsurlara uyulması, kanun koyucu tarafından halktan istenilmektedir. Bu şekildeki bir kurumlaşmanın organik bir bağdan mahrum olduğu ve hiçbir zaman halkın gerçek ihtiyaçlarını yansıtamayacağı söylenebilir (Bilgiseven, 1986, 13–14).

Kurum, en geniş anlamıyla; iktisadi, sosyal ve kültürel faaliyetler gibi toplumsal problemler ve ihtiyaçlarla ilgilenen büyük, yaygın teşkilatlara (şirket, banka, aile, okul vs. ) verilen isimdir. Sosyal bilimlerde, belirli bir iş veya amaca yönelik olan ve devamlılık gösteren kurulu usul ve kurallar bütününü ifade için kullanılır. Bir tanımda ise kurum, kurulmuş işlem şekilleridir. Buna göre, kurum; banka değil, bankacılık; yine aile değil evlilik veya ailenin yapısıdır (monogami, poligami, çekirdek aile) (Sos. Bil. Ans. , 420).

MacIver ve Page, kurumu; grup faaliyetlerinin yerleşmiş biçim ve şartları şeklinde ele almaktadırlar. Kurumlar; genellikle grup faaliyetlerini yürütebilmek, fonksiyonlarını yerine getirebilmek için tesis ettikleri veya tesis edilmiş buldukları usuller olduklarından, grupların fiili biçimlerini temsil etmektedirler. Bu itibarla evlilik, boşanma, miras, evlat edinme vs. aile kurumunun özel alt kurumları olarak ele alınmaktadırlar. Yine, toplu iş sözleşmesi, grev, lokavt ve grev özcülüğü vs. sendikaya ait olurken; anayasa, kanunlar ve hükümet şekilleri vs. devlet kurumunun özel alt kurumları olarak ele alınabilirler. Bunun yanında; sendika, devlet vb. gibi kurumların hepsi de siyaset kurumu içinde ele alınabilmektedirler (Sos. Bil. Ans. , 420-421).

Sosyal kurumlar, bazı sosyologlar tarafından (Mauss, Fauconnet) düşünce, duygu ve iş durumlarının bütünü diye tanımlar. Onlara göre, insan bunları istikrarlı olarak bulur ve zaman içinde eğitim yoluyla kazanır. Bu anlamda düşünceler, inançlar, semboller, taklitler ve taklit yoluyla geçmişten intikal eden yetenekler, siyasal, hukuksal ve dinsel kurumların hepsi “kurum” terimi içinde yer alır (Sos. Bil. Ans. , 421).

H.E. Barnes, kurumu; “beşeri ihtiyaçları tatmin için gerekli faaliyetleri insan cemiyetinin, onlar vasıtasıyla teşkilatlandırdığı, istikametlendirdiği ve icra ettiği sosyal bünye ve mekanizmalar” olarak tanımlar (MacIver, 1994, 31).

Kurum, toplumun belirli bir işlevi çerçevesinde örgütlenmiş, birbiriyle ilişkili adet ve yasalardan oluşun bir sistem olarak da ele alınmaktadır. D. Dressler, toplumsal kurumu; bir toplumdaki insanların, bir ya da daha fazla uzun süreli temel gereksinimlerini karşılamalarına olanak sağlayan, davranış ve uygulama biçimlerinin kalıcı örgütlülüğü şeklinde ele alır (Ergil, 1984, 193).

Bazı sosyologlar kurumları; toplum hayatını düzenlemek için esas kabul edilen, kendi toplumlarındaki ve diğer toplumlardaki insanları birbirine bağlayan ilişkileri düzenleyen ve bireylerin ortak olarak tabi olduğu genel eğilim ve kanunlar toplamı şeklinde ele alabilmektedirler (Sos. Bil. Ans. , 421).

İnsanlar bir birlik meydana getirdiği zaman genel olarak faaliyetlerin kolay bir şekilde ifa edilmesi ve parçaların birbiriyle ilişkilerinin belli bir kurala oturtulması için belli

bir muamelenin ve usulün olması gerekmektedir. Oluşmuş olan bu usul ve muameleler genel olarak kurum veya müessese olarak kabul edilmektedirler. Menfaat birlikleri, kendine göre oluşturmuş olduğu menfaatin durumuna göre karakteristik bir müessese veya kurum biçimine sahip bulunmaktadır. Mesela, devlet bir menfaat birliği olarak ele alınırken, bu çerçevede oluşmuş olan birtakım müesseseleri (hükümet, yasama organı) vardır (MacIver, 1994, 31–32).

İnsanlar, birliklere mensup olabilirken, müesseselere mensup olamazlar. Birlik ile kurum (müessese) kelimelerinin birbirine karıştırıldığı görülmektedir. Kilise bir birlik olurken, itikat bir müessese; sendika bir birlik, kolektif pazarlık bir müessese; aile bir birlik monogami bir müessese olarak ele alınabilir. Eğer bir şey, organize olmuş bir grup olarak ele alınıyorsa birlik; bir muamele şekli olarak ele alınıyorsa bir kurum veya müessesedir. Birlik daha çok, üyeliğe dayanırken, kurum ise daha çok hizmet usul ve vasıtalarına dayanmaktadır. İnsan; evlilik, mülkiyet, tutuklu olma müessesesine sahip olamazken, aileye, devlete, hapishaneye mensup olabilir. Daha geniş oluşumlar neticesi bir kurum oluşabildiği gibi, cemaatlerin kuruluşuna vesile oldukları kurumlar da bulunabilmektedir. Mesela; festivaller, önemli olayları ifade eden çeşitli merasimler, eğlenme usulleri vs. buna örnek olarak verilebilir. Bu kurumlar; belli bir zamandan sonra bu oluşum veya cemaati da aşarak geniş kitlelere yaygınlaşabilmektedirler.

Burada halka ait ya da belli bir cemaat veyahut oluşum tarafından meydana getirilen kurumlarla, birliklerin meydana getirmiş oldukları kurumlar arasında bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Halka ait olan kurumların daha çok, kurulmuş değil, gelişmiş (inkişaf etmiş) oldukları görülür. Yani belli bir tedrici gelişim süreci sonunda bir yapıya kavuşmuşlardır. Ama az da olsa diğer tür kurumların da bir gelişim (inkişaf) süreci sonunda nihai noktaya gelmiş oldukları söylenebilir. Çok hassas birtakım noktaların düşünülmesi ve hayata geçirilmesi neticesinde de kurulmuş olsa, hiçbir kurumun kesin bir başlangıcının ve “tehlikede olmayan bir durumunun” olduğu söylenemez (MacIver, 1994, 32–33).

Kısaca kurum; bir şeyi kesin, şeklî ve düzenli olarak yapma şeklidir. Her toplumda belirli davranışlar tekrarlanmakta ve bu tekrarlar bir davranışın kalıplaşmasına ve toplumu oluşturan bireylerce ortaklaşa kabul edilen bir hareket biçimi haline gelmesine yol açmaktadır. Sonuçta belirli bir usul, bir kural, bir davranış biçimi topluma yerleştiği zaman kurum haline dönüşmektedir. Buradan hareketle, esas itibariyle soyut bir mahiyet taşıyan kurumlar, toplumdan topluma değişebildiği gibi aynı toplumda farklı zaman dilimlerinde de değişmeler gösterebilmektedir. Zaten statikleşmiş ve bulundukları toplumda eskiden olduğu gibi kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirmeyen kurumlar terk edilmeye mahkûmdur (Sos. Bil. Ans. , 421).

Sosyal bilimciler, toplumdaki belli başlı sosyal kurumlar olarak, genelde; siyasal, hukuki, iktisadi, ahlaki, ailevi kurumlar ile eğitim ve dil kurumunu incelerler. Bunlardan her biri ile ilgili bağımsız sosyoloji dalları oluşmuştur (Sos. Bil. Ans. , 421).

Sosyolojik açıdan kurum ne bir kişidir, ne de bir grup. Kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının kalıplaşmış bir parçasıdır. Görmüş bulunduğumuz gibi, açık ya da kapalı davranış kalıpları; kişilerin oynadığı sosyal roller ve kişiler arası çeşitli sosyal ilişkilerle ilintilidir ve bu ilişkiler arasında ise sosyal süreçler bulunur. Sosyal ilişki ve roller, kurumun temel öğeleridir. Kurum, çoğunluğun paylaştığı ve bazı temel grup gereksinmelerinin karşılanması amacına yönelik, davranış örüntüleri [kalıp, şablon] bileşimidir. Kurumun tanımının daha iyi anlaşılabilmesi için önce kurumun özelliklerini belirtmek yararlı olacaktır. Kültürel bir kurum şu temel öğeleri kapsamalıdır:

1)-Kurumu kişileştirmememize karşın her bir kurumu, sosyal gereksinmelerin karşılanmasına yönelik bir hedefe sahipmiş gibi düşündüğümüzde kurumların amaçlı olduklarını söyleyebiliriz. Kurumlar temel davranış tarzlarıdır; kurumlarla birlikte bulunan kişiler birtakım işleri gerçekleştirirler.

2)-Kurumlar oldukça sürekli bir içeriğe sahiptir. Bir kültürde kişilerin gerçekleştirdiği kalıplar, roller ve ilişkiler bir süre sonra gelenekselleşir, tüm insan yapısı nesneler gibi de değişmeye uğrarlar. Ancak kurumsal değişme oldukça yavaştır.

3)-Kurumlar; yapılanmış, örgütlenmiş ve eş güdümlenmiştir [koordine edilmiştir]. Kurumları oluşturan parçalar bir diğerlerine dayanırlar ve birbirleri üzerinde baskıda bulunurlar. Bu durum sosyal rol ve ilişkilerin, davranış kalıplarının yapılaşmış bileşimi olması gerçeğinden kaynaklanır.

4)-Her kurum ne kadar diğer kurumlarla bağımlı olsa da, bir birim olarak işlemesinden dolayı yine de biricik bir yapıdır. Bir kültürdeki hiç bir kurum, diğerlerinden tümüyle ayrı olamaz. Her kurum, tanınabilen bir davranış kalıbı olarak işlevde bulunur.

5)-Kurumlar zorunlu olarak değer yüklüdürler. Çünkü tekbiçimli davranışların yinelenmesi, hareketin normatif [bir kural değerini, gücünü taşıyan] kodları [bilgiyi gösteren semboller] haline gelmiştir. Bu kodların bazıları yazılı hukuka girer, çoğunluğu ise kişiler üzerinde bilinçaltı sosyal baskı meydana getirir (Fichter, 1990, 110–111).

Bu özelliklere dayanarak kurum [institution] şöyle tanımlanabilir: Kişilerin temel sosyal gereksinmelerini karşılama amacıyla belirli onaylanmış ve birleştirilmiş tarzlarda oynadıkları oldukça sürekli sosyal kalıp, rol ve ilişki yapısıdır (Fichter, 1990, 111).

Böylece, önemli bir sosyal gereksinimi ya da işlevi karşılamaya yönelik birbirleriyle ilişkili organize olmuş, normlar, sosyal ilişki ve roller kurumun temel öğesi olarak ele alınabilir. Bu kapsam dışında olan T. C. Elektrik Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu, SSK, Emekli Sandığı vb gibi kuruluşlar kurumla karıştırılmamalıdır (Kızılçelik-Erjem, 1992, 267).

Kurumlar Sosyolojisi [sociology of institutions]; toplumu, karşılıklı olarak birbirine uyarlanmış ve bağlı kılınmış kurumların oluşturduğu toplumsal bütün olarak ele alan ve bu bütünlüğü inceleyen sosyolojinin bir alt dalıdır. Aile, hukuk, ekonomi, din, siyaset, eğitim, boş zamanlar vb. gibileri, kurumlar sosyolojisi çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu kurumlar öncelikli olarak tek başına ele alınır ve daha sonra ise kurumlar arası ilişkiler ve kurumların birbirleri üzerindeki etkileri incelenir. Kurumlar sosyolojisinin incelemiş olduğu kurumlar, aynı zamanda sosyolojinin bir alt dalıdırlar. Din sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, aile sosyolojisi, iktisat sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, boş zamanlar sosyolojisi vs. olarak sıralanabilirler. Kurumlar sosyolojisini, bu sosyoloji dallarından ayıran temel özellik, kurumlar arası ilişkiler

üzerinde yoğunlaşması ve toplumu, kurumların oluşturmuş olduğu bir bütün olarak ele almasıdır (Kızılçelik- Erjem, 1992, 268).

Kurumlar sosyolojisi, toplumun temel ve önemli ihtiyaçları çerçevesinde teşkilatlanmış ve bütünleşmiş değerlerin, normların [kuralların] ve davranış kalıplarının bileşimi olan sosyal kurumları sosyolojik metod ve tekniklerle inceleyen bir sosyoloji dalıdır. Yani, sosyal kurumların sosyolojisidir (Sos. Bil. Ans. , 421-422).

Belirli bir sosyal kurumu teşkil eden davranış kalıpları birbirini destekleyen sosyal rol ve ilişkiler içinde ve kurumun amacına göre örgütlenir, kurumsallaşır ve bir bütün manzarası kazanırlar. Kurumların kapsamı içinde bulunan davranış kalıpları, roller ve ilişkiler yıllar boyu sürekli tekrarlanır, zaman içinde belirli hareket prensipleri, normlar ya da “ideal davranış” niteliği kazanırlar. Bu kuralların bir kısmı örf ve adetler, bir kısmı kanunlar ya da diğer sosyal kontrol mekanizma ve esasları olarak karşımıza çıkarlar (Sos. Bil. Ans. , 422).

H.Spencer (1820–1903), toplumu, karşılıklı ilişki içindeki birimlerin, organların ya da kurumların bir bütünü olarak tanımlar. Ondan sonra bazı sosyologlar, toplumu ve toplumsal yapıyı açıklarken sosyal rol ve sosyal kurumlardan hareket etmişlerdir. Aslında toplumu sosyal rol veya kurumlarla açıklamak arasında pek fark yoktur. Zira sosyal kurumlar sosyal roller destesinden ya da kompleksinden oluşurlar (Sos. Bil. Ans. , 422).

Spencer, sosyal kurumları fonksiyonlarına göre; koruyucu, bölüştürücü, düzenleyici olmak üzere üç grupta toplar. Bottomore, insan toplumunun oluşması için gerekli olan toplumda belirli sosyal görevler ifa eden fonksiyonel ön şartları, sosyal kurumlar olarak niteler. Bunlar; 1)-haberleşme sistemi, 2)-üretim ve değerlerle ilgili ekonomik sistem, 3)-yeni kuşakların sosyalleşmesiyle ilgili sistemler (aile, eğitim), 4)-otorite sistemi ve siyasi iktidarın bölüşümü ile ilgili sistem, 5)-dini sistem olmak üzere beş sistemi kapsar. Görüleceği üzere sosyal kurumlar, toplumun parçalarından ibaret olmayıp sosyal hayatın belirli alanlarıyla ilgili düşünce kompleksidirler. Din, siyaset, ahlak, eğitim, hukuk vb. alanları kurumsal açıdan ele alıp inceleyen kurumlar sosyolojisi bu alanlarla ilgili özel sosyolojilerden (hukuk sosyolojisi, ahlak sosyolojisi vb.) de yararlanmaktadır (Sos. Bil. Ans. , 422).

Bir toplumsal kurum, hep birlikte koordine edilmiş ve örgütlenmiş bir göreli bütün oluşturan düşünceler, inançlar, gelenek-görenek ve davranışlarla maddi öğelerden (yapılar, mallar, simgeler, özellikler) kuruludur ve bir sürekliliği vardır. Örnek olarak; aile, hukuk, üniversite, eğitim, parlamento, devlet verilebilir (Ozankaya, 1984, 139).

Bun göre bir kurumun şu iki özelliği büyük bir önem taşımaktadır: 1)-Organik bir göreli [izafi, rölatif] bütün oluşturması: Öğeleri arasında böyle organik bağlar bulunan bir örgüt olması. 2)-Göreli bir sürekliliği olması: Bir kurum, onu oluşturan bireylerle karşılaştırılamayacak ölçüde daha uzun yaşamlıdır; yüzyıllar buyunca sürebilir (Ozankaya, 1984, 139).

Bu süreklilikteki göreliliğin belirtilmesi, kurumların tarihin uzun dönemleri içinde bazı önemli nitelik değişmelerinden (evrimden) geçtiklerini anlatmak içindir. Çok eşli ailenin yerini tek eşli ailenin alması, teokratik hukukun yerini laik hukukun alması, padişahlığın yerini parlamenter düzenin alması gibi (Ozankaya, 1984, 139).

Yorum yapın